Perşembe, Ocak 06, 2011

Yağmur duası dururken bilim de ne ola?

İlkokuldayken ders kitaplarında en sevdiğim kısım okuma parçalarıydı. İlginçtir çoğunun adını, içeriğini hatta bazılarının yazarlarını bile dün okumuş gibi hatırlarım. En iyi hatırladığım hikâyelerden biri şimdi bana ironik geliyor. İlkokul 3 yahut 4. sınıf ders kitaplarından birinde olması gerek, muhtemelen hayat bilgisi kitabıdır. Kuraklıktan ve susuzluktan dolayı toprakları verimsizleşen, ekin alamayan, açlık sınırına dayanan ve bu yüzden defalarca yağmur duasına çıkan köylüler vardır bu hikâyede. Artık köylerinde yaşama imkânı kalmadığı ve tanrı yağmur dualarına cevap vermediği için göç etmeye karar verirler. Tam tası tarağı toplamış gitmek üzeredirler ki köye bir takım bilim insanları, mühendisler gelir. Haritalar çıkarılır, ölçümler yapılır, artezyen kuyuları kazılır ve “bilim suyu bulur.” Evet şu sıralar muhtemelen ders kitaplarından çıkarılmış olan hikayenin adı tam olarak buydu; “SUYU DUA DEĞİL FEN BULUR.”

Aynı yıllarda yine fen kitaplarında yer alan evrimsel gelişim, büyük patlama teorisi gibi genç dimağlara hayatı bilimin ışığında izah etmeye çalışan konular artık yok o kitaplarda. Bilimin edindiği yer iki satıra sığdırılırken bilimdışı hurafeler ise çarşaf çarşaf aşılanıyor içinde bulunduğu dünyayı anlamaya çalışan küçücük çocuklara.

İstanbul Halk Ekmek, Büyükşehir Belediyesi’nin yoksullar için ucuz ekmek üretip dağıtımını yaptığı kuruluşu. Aynı yoksullara ihtiyaçları olduğuna karar verdiği bir şeyin daha dağıtımını yapmayı görev edinmiş bu kuruluş; “kuru inanç.” Geçen hafta ilköğretim ikinci sınıf öğrencileri İstanbul Halk Ekmek’e ziyarete gitmiş. Ekmek nasıl yapılıyor, görmek için. Dönerken 30 kişilik sınıfa 22 sayfalık bir broşür dağıtılmış: “Yağmur Rahmettir.”

Broşürde yer alan resimli hikâyede köye gelen genç bir öğretmen öğrencilerine yağmurun nasıl oluştuğunu bilimsel olarak izah etmeye çalışırken onların kıkırdamalarıyla karşılaşıyor. Çünkü köyün “bilgesi!” yağmura yağmur denmesine çok kızıyor, rahmet denmesi gerektiğini düşünüyor ve demeyeni de haklamakla tehdit ediyor. Hikâyenin gelişiminde öğretmen bir şekilde imana geliyor ve yağmurun nasıl yağdığını anlatması için sınıfa “imam!” çağırıyor. İmam çocuklara yağmurun nasıl oluştuğunu “çok bilimsel!” olarak izah ettikten sonra hep beraber yağmur duasına çıkılıyor öğrencilerle. Ve el hak ne büyük lütuf ki, gerçekten yağmur yağıyor.

Çok daha sert şeyler de yazarım da bahsi geçen 8-9 yaşındaki küçücük çocukların beyninin kasıtlı olarak kirletilmesi olunca sadece dudaklarımı ısırmakla yetiniyorum. Henüz 30’una merdiven dayamış bizim kuşakla yeni kuşak arasındaki yetiştirilme farkı iki ayrı hikâyede görüldüğü kadar açık. (ki bizim aldığımız şeye de eğitim denemez ama bunları görünce yine şükrediyorum) Ben çocukken yaşadığım köyde yaz çok kurak geçtiği zaman fen işlerinin çağırılması ve kuyular açtırılması gerektiğini düşünürdüm okuduğum o hikâyeden dolayı. İstanbul Halk Ekmek tezgahına düşen çocuklar ne düşünecek ya da aynı zihniyetin ürettiği ders kitaplarından hayatı öğrenenler?


Salı, Ocak 04, 2011

“Ben bilmem başbakanım bilir”

Milletvekili nasıl seçilir? Bir genel seçim yapılıyor ve birileri de gidip oy veriyor, en çok oyu alanlar sırasıyla vekil oluyor da, bundan öncesini soruyorum. Bağımsız vekil adayı olmayı dışında bırakalım, partilerin milletvekili adayları kim tarafından ve neye göre belirleniyor diye biraz kafa yoralım. AKP’nin milletvekili adaylarını Tayip Erdoğan evine kapanıp aday adayları üzerinde titizlikle çalışma yaparak belirliyor bunu biliyoruz. Bu aday adayları arasından, partinin milletvekili adayı yapılacaklar bazı kriterlere göre sıyrılıyor. Tabii ki biz bu kıstasları tam olarak bilmiyoruz, kapalı kapılar ardında dönen pazarlıkları da aynı şekilde. Yalnız dün itibariyle bir ölçütü öğrenmiş bulunuyorum ve kamuoyuna ilan etmekten gurur duyarım; “şakşakçılık”. Biz bunu zaten biliyorduk demeyin, dün bunu gülmekten karnıma ağrılar girmesine sebep olacak şekilde tescillediler.

Grup toplantısında pek sevgili Başbakan’ımız ne kadar asfalt döktüklerini anlatıyor vekil tosuncuklarına. Neyi onaylayacağını kaçırmamak için sürekli kafa sallamaktan sallabaş olan milletim vekilleri konuşmayı algılamaya çalışıyor. Diğer yandan pür dikkat alkış zamanının gelmesini bekliyorlar. Kendi dönemlerinde, 2 gün sonra çökecek yollar için cemaatten asfaltçıları nasıl zengin ettiklerini göstermek üzere sunumunu görsellerle destekleyen Başbakan bir harita çıkarıyor. 2002 öncesi yani kendi dönemlerinden önce memlekette asfalt durumunu gösteren haritayı herkes görebilsin diye sağa sola gezdirirken vurguyu biraz fazla kaçırınca milletim vekilleri de sanıyor alkış sırası geldi, koyveriyorlar alkış, kıyamet, ıslık, tufan.

E sen bunları seçerken zekâ kıpırtısından önce başka kıpırtılarını ölçüt olarak alırsan sonra sorarsın tabii “yahu bunu niye alkışlıyorsunuz” diye. Zaten ne desen alkışlayacaklar, ona göre ayıklanmış öyle programlanmışlar. Sen de es verme konusunda cömert davranınca “aman alkışlamadık diye padişahımız bize kızar” diyip hareketleniveriyorlar. Balık yedir onlara balık, zekâ açar. Ya da at bunları daha zeki yeni modelleri çıkmış onlardan al, işine gelirse tabii.

Mutlaka dinlenmesi gereken bir sabah türküsü paylaşayım tam yerine oturur;

Grup Çığ - Sekiz Öküz:

http://video.mynet.com/hortumcu197897/grup-cig-sekiz-okuz/847976/

Bu da olayın cereyan-ı elenktrinki, vidyo olaraktan:

http://video.ntvmsnbc.com/alkis-yanlis-yerde-girince.html

Pazartesi, Ocak 03, 2011

Boeing’de de kadrolaşırız evellalah

Her sabah günümü bir Wikileaks belgesi şenlendiriyor da, Wikileaks köşecisi olmak istemediğim için çok fazla üzerinde durmadan geçip gidiyorum. Bu haberi sektirmekse ‘komedi’ye ihanet olurdu. Açıkçası memleketimizin bir uzay programı var mıdır, varsa ne âlemdedir bugüne kadar hiç merak gereği duymamıştım. Güzide ülkemde uçma teknolojisi halen Hezarfen’in bıraktığı seviyede gezinirken, bizim pek muhterem imanlı iktidar “ne içerek” uçmayı başardıysa, THY ve Boeing arasında yaklaşık 3,5 milyar dolarlık uçak alımı anlaşması karşılığında, ABD’li yetkililerden uzay programlarından birinde bir Türk astronotu da uzaya götürmelerini istemiş.

Obama bizi diskoya götür!

ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nden 19 Ocak 2010 tarihinde gönderilen “gizli” kodlu belgeye göre dönemin ABD Türkiye Büyükelçisi THY’nin devam eden uçak alımı sürecinde “Boeing’in çıkarını gözetmek üzere!” 14 Ocak’ta Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ile görüşüyor. Belgede, Abdullah Gül’ün Obama’ya bir mektup yazarak NASA’nın, bir Türk astronotunu uzaya göndermesini istediği belirtiliyor. Görüşmede Binali Yıldırım, Türkiye’nin uzaya astronot gönderme isteğinden bahsederek, bunun ticari anlaşmalarla bağlantılı olduğunu ima ediyor.

ABD Ankara Büyükelçisi’nin belgede geçtiği not ise şöyle; “Muhtemelen yörüngeye bir Türk astronot gönderemeyiz ancak(.) Her durumda satışı gerçekleştirmek için şansımızı maksimize etmek istiyorsak, bakanın muğlâk isteklerine biraz karşılık göstermeliyiz.” 1 ay sonra 20 uçak siparişi Boeing’e verildiğine göre muğlâk isteklere bir karşılık verilmiş. İster misiniz Cem Yılmaz’ın “Türkler uzayda” parodisi gerçeğe dönsün. Turist Ömer Uzay Yolunda der gülerim ben buna.

Ülkeyi yedik bitti, ABD’ye mi açılsak Kemal Ağabey?

Esas bomba ise şimdi geliyor, sürprizini sona sakladım. Basının Türk astronot geyiği yaparken atlayıverdiği, belki de görmek istemediği detay, çevresini gözetmeye iman etmiş ve bu uğurda kendini çılgınca paralayan iktidarımızın aleni rüşvet talebi. Memlekette artık kadrolaşacak, parselleyecek, kanını emecek alan daraldığı ve enseye yapışmış kene misali yedikçe şiştiklerinden şiştikçe daha çok yemek istediklerinden olsa gerek, 2004’te başka bir uçak alımı için görüşmeler sürerken dönemin gözünü budaktan sakınmayan büyük kenesi Kemal Ağabey bir iş ortağını Türkiye temsilcisi yapması için Boeing yetkililerine baskı yapıyor.

12 Mayıs 2004 tarihli yazıda dönemin ABD Büyükelçisi Eric Edelman Boeing yetkililerinin kendisine anlattıklarını Washington’a aktarıyor. Edelman’ın notlarına göre bir işadamı Boeing ile dönemin Maliye Bakanı Kemal Unakıtan arasında bir görüşme ayarlamayı teklif ediyor. Görüşme sırasında Maliye Bakanı Boeing’e adı belgede sansürlenmiş olan bu Türk işadamının havacılık sektöründen anladığını ve Türk Hava Yolları’nın ihtiyaçlarından haberdar olduğunu söylüyor. Bakan, Boeing’den şirketin Türkiye pazarındaki başarısını garanti etmek üzere işadamını Türkiye temsilcisi olarak atamasını istiyor.

Kemal Unakıtan’ın sahne arkasına çekilmesinin tek sebebinin fütursuzca yemesi olduğunu düşünüyorum ama Boeing’i de yemeye çalışmak gerçekten takdire şayan. Yine o dönemde uçak alımı anlaşması yapılmış ve ben Kemal Ağabey’i tanıyorsam “bir sakal almadan” bırakmamıştır Boeing’i. Aslında “Dünyayı Kurtaran Adam” olmak için biraz içeriden bilgi alası varmış hep yanlış anlıyoruz adamcağızı. Bu dünyayı şimdiden kurtarmıştır servetiyle, sırtı zor yere gelir de ne zaman doyacaklar onu bilmiyorum. Söyleyecek fazla söz yok, herkese hayırlı uçuşlar.

"Ücretle dert dinlenur, akil verilur"

Mekan Rize olunca daha ilgi çekici oluyor tabii ki. Milletin derdi çok, hele müşteri "konuşmayı şehvetle seven" Karadeniz insanı olunca. Bakkal amca çareyi psikolojik desteğe vizite kesmekte bulmuş doğal olarak. Karadeniz zekası gibi yakıştırmalar yapılmış haberde ama işin bu kısmına katılmıyorum açıkçası. Daha önce bizzat benzerlerine iki defa İstanbul'da tanık oldum. Bir tanesi Mimar Sinan G. S. Üniversitesi'nin karşısında bir lokantaydı yanlış hatırlamıyorsam "öğlen saatlerinde adres sormak ücretlidir" gibi bir yazı vardı camda. İkincisi ise Kadıköy Sanatkarlar Sokağı'nda. Sokağın ortasında tezgahı olan bir heykeltraş çalışmalarını orada yaparak tezgahına dikkat toplamayı planlamış fakat yaptığı ilgi çekici iş paradan çok çene olarak ödeme alınca bin pişman olmuş olacak "benimle sohbet etmek 5 TL" yazmıştı tezgahın önüne. Bu da yetmemiş olacak ki daha sonra kendisini tezgahının önüne kurdurttuğu 2 katlı inşaat iskelesinin tepesinde çalışırken gördüm defalarca. 5 metre yukarıda çalışan adamla sohbet etmek pek kolay olmuyordu tabii, adamcağız kafa dinliyordu tepeden bakarak insanlara. Ne denir ki, benimle konuşmak bedava ve bazen benim de kafam çok ağrıyor. Yıllarca psikoloji okuyan insanlar var memlekette, onlar da hala aç geziyor. Rize'deki bakkal amca daha bu işten para kazanamamış ama artık kafasını dinliyormuş çünkü vizite ücreti talep etmeye başladığından beri dert anlatan olmamış. Herkese dertsiz yıllar dilerim, tabii mümkünse.