Salı, Kasım 30, 2010

Çocuğun elimizde, tekrar görmek istiyorsan...


Biraz da eğlenelim değil mi? Bir süredir iş güç hayat yorgunluğundan makara yapacak fırsat ve malzeme bulamamıştık. Kadıncağızın kedisi kaybolmuş, 10 gün sonra kapısında bu not. "Parlemet sikarasını" merdiven altına bırakmış ve ertesi gün kontrol ettiğinde sigara yerinde değil, kediden ise hala ses yok:)

Pazartesi, Kasım 29, 2010

Köseleye dönmüş politikacı yüzlerine bakış: Wikileaks


İçinde komedi de bulunabilir aranırsa. Biraz daha soğumasını bekliyorum bunun için. Yine de şimdiye kadar piyasaya çıkanların içinde açıkçası en çok ilgimi çeken Başbakanlık Örtülü Ödeneği'inden Trabzonspor'a futbolcu transfer etmesi için para aktarılması oldu. Henüz ne Başbakan cephesinden ne de Trabzonspor cephesinden bir açıklama gelmedi, yazmak için bunu bekliyorum.

Diğer tarafta ise tarihi bir "tesadüf" gerçekleşti! Belgeler açıklandığı gün ABD'de bulunan Dışişleri bakanı Davutoğlu ve Hilary Clinton görüşmesi ve ardından gelen açıklamalar. Birisi "diplomatlarımızın görüşleri bizim politikalarımızı her zaman şekillendirmez" dedi çıktı işin içinden, Davutoğlu ise köseleye dönmüş politikacı yüzünün tam tarifini verdi; "belgelerde yazılanlar dış politikamızda değişikliğe sebep olmaz."

Böyle olmak zorunda tabii ki. Kapalı kapılar ardında diplomasinin ince diliyle tecavüzler zaten gerçekleşiyor durmaksızın. Kimin kime gücü yeterse, kim kime karşı üstünlük kurmuşsa ya da kurarsa. İsrail'le "alçak koltuk skandalı" yaşanmıştı hatırlamakta fayda var. "Diplomatik nezaketsizlik" olarak tanımlanmıştı bu. Sanki koltukların seviyeleri eşit olsa doğrudan politik seviyeler de eşit olacaktı. Davutoğlu olayı çok daha ironik. Hakarete varan tespitlerle birlikte gerçekler de var bana göre ABD diplomatlarının görüşleri arasında. "İslamcı" diyor; değil misin yani? "Vizyonsuz"da değil misin aynı zamanda? Ama kaşarlanmış olmak zorundasın. Sonuçta dış politikada diplomasinin zımparalanmış ince diliyle "orman kanunları" yürütülmektedir. Büzük sıkmaz öyle, "sen bana şunu demişsin ben sana küstüm tavrı" yapmak 'büyük ağabeye'!

Perşembe, Kasım 11, 2010

“Ben çevrecinin daniskasıyım”


2008 yılında yine yazılıp çizilip eline verilmeksizin bir Cuma namazı çıkışında anımsadığım kadarıyla Rize’de sarf etmişti bu yumurtayı Tayip Erdoğan. İmam fossuruyor cemaat sıvıyor, bizim memlekette işler hep böyle yürümez mi? Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu “biz sözde değil özde çevreciyiz” dedi 5 gün kadar önce. Hedef tahtasında çevreci aktivistler var, çünkü en ufak bir pürüz istemiyorlar. Dikensiz gül bahçesi istiyorlar ki atlarının toynaklarıyla delik deşik edebilsinler toprağı, birtakım uzuvlarıyla cirit oynarken.

2008’de hedef nükleer santrale karşı olan çevrecilerdi. Onların işi gücü yok, boş zamanlarını doldurmak için böyle şeylerle uğraşan 3-5 kişiler demeye getiriyordu açıklamasının devamında, “ben o kadar çok ağaç diktim ki” diyordu.

Bu defa hedef, açık doğa katliamının kitle imha silahı haline gelen HES’lere karşı çıkanlar. İhaleler peşi sıra geliyor, sakın ağlamaya niyetlenmeyin iki damla gözyaşınızı bile para kaynağı olarak görüp santral kurmaya kalkarlar. “Biz onlardan daha çevreciyiz, çevreciliği biz biliriz” diyor Eroğlu, “termik santral yapsak hava kirliliği nice olurdu.”

“Mal” demenin hakaret davasına yol açmayacağı bir edebiyat henüz yeteneklerim arasında değil maalesef. O ağacın yetişeceği ve besleyeceği doğal ortamı yok ederken bir yandan, diğer tarafa kıçıkırık iki fidan dikmeyle dünyayı kurtarırım mı sanıyorlar gerçekten, yani sahiden buna inanıyorlar mı merak ediyorum?

2B bunların döneminde geldi, kaç araziye orman vasfı yitirtildi sadece söylentileriyle birlikte. Antalya’da yanan güzelim ormanların kalan kel arazileri hangi holdinglere peşkeş çekildi. Kaz Dağları nasıl yolunmuş kaza çevrildi altın uğruna. Nükleer santral ihaleleri, HES ihaleleri kimlere peşkeş çekiliyor. Evet bu açıdan bakınca sağlam çevreciler aslında. Baksanıza ne kadar eş dost akraba holding varsa büyüyor. Tarih çevresini bu kadar gözeten, besleyen bir iktidar daha yazmamıştır herhalde.

Nacizane bir önerim var; sabahları çok sıkışmış kalkıyorum, birkaç dakika sürüyor yükümü boşaltmam, gelip oraya da bir santral kursunlar, ampullerini yakacak enerji de benden olsun. Memleket ve cemaat ekonomisine katkımız olur belki.

Cumartesi, Kasım 06, 2010

Türban yasak giriş serbest, küpe serbest giriş yasak


Türban sorununa hiç bulaşmadım. Bu konu pek bu kadar gündemde değilken fikrim kılık kıyafet özgürlüğü çerçevesinde herkesin istediğini takarak eğitim kurumlarına, devlet dairelerine gidebilmesi gerektiği yönündeydi. Fakat tartışmalar giderek alevlenip başörtüsü/türban kültürel bir simge olmaktan çıkıp dini bir sembol haline geldikçe hatta dini sembol olmaktan da çıkarılıp siyasi bir çarpışma alanı haline dönüştürüldükçe ‘o eski fikrimden eser yok şimdi.’

Tartışmaya uzun uzadıya girmeye niyetli değilim. “Din toplumların afyonudur” der Marks (c.c.) ben de olaya bu pencereden bakıyorum. Dinlerle birlikte her türden dini sembol bu anlamda gericiliği temsil eder kanımca ve Hz. Lenin (s.a.v.)’in de hadis-i şeriflerinde ifade ettiği gibi, kabaca söylersek; “gericilik desteklenmemelidir.” Türbandan, papaz kıyafetinden, molla cüppesinden ve erotik filmler haricinde rahibe kıyafetinden desteğimi huzurlarınızda çekiyorum bu vesile ile.

Eğitim kurumları, devlet daireleri vesaire, yani son dönem moda tabiriyle ‘kamusal alan’a iştirak ederken uyulması gereken bir kılık kıyafet yönetmeliği var. Bu yönetmelik gözüne sokularak kıllık yapılmayan birey yoktur memleket sathında. Kimisi toplumsal destek ve siyasal konjonktür gereği böyle azmış bir biçimde kendi yönetmeliğinin iffetine nasıl kast edilir bunun gösterisini sergilerken bir tarafta, diğer tarafta kendinden menkul siyasal ve toplumsal desteğiyle can çekişen, bir aksesuarı kullanma özgürlüğüne sahip çıkmaya çalışan bir hoca var.

Cuma Toygar Manisa’da sınıf öğretmenliği yapıyor. Öğrencilerine bireysel özgürlüklerden söz ederken “o zaman küpe takın hocam” diyen cin akıllı bir öğrencinin gazlamasını kulağına küpe etmiş, sonuçtan kendisi de öğrencileri de memnun kalınca eğitme-öğretme hayatını küpeli olarak sürdürmeye karar vermiş. Çevreye karşı duyarlılığından dolayı kendisine il düzeyinde bir ödül verilecek olan törende, Manisa Valisi Ayetullah Hazretleri Celalettin Güvenç tarafından küpesi görülünce katli vaciptir fetvası verilmiş ödülünü bile alamadan defedilmiş, üstüne bir de soruşturmayla güzelce sulanıp sürgün vermiş.

Kıllık kıyafet yönetmeliğinde erkeklerin küpe takmasıyla ilgili hiçbir kısıtlama yok, örf ve adetlerimizde olmayan bir durum olduğu için delikanlı adamın küpe takması, eklemeyi unutmuşlar zamanında. Benim de vücudumun çeşitli yerlerinde metal aksesuarlar var ve bunların bir kısmı da kulaklarımda ki biz onları küpe diye çağırıyoruz aile arasında. Ben de vakti zamanında bununla ilgili her türlü mahalle baskısı, öğretmen baskısı, idare baskısı, patron baskısıyla cebelleşmek durumunda kaldım. Hatta bir defasında “düzgün otur ulan küpeli ibne” diye ağzından köpükler fışkırtan bir grupla Kadıköy-Karaköy vapurunda karşılıklı sopalaştım. Ve evet o meşhur soruyu hemen her kültür düzeyinden insandan işittim. Şimdi yine aynı soruyu duyar gibi oluyorum çünkü bunu milyonlarca kez cevapladık; “evet ibneyim, bir sorun mu var?” Güzide memleketimizdeki küpeli algısı, sayısı kısıtlı birkaç kurtarılmış bölge dışında hep böyle olmuştur ki oralarda da sadece hoşgörüyle karşılanırsınız. Yani sizi anlamazlar da “bırak ne bok yerse yesin bu şimdiki gençler hep böyle” der göz yumarlar.

Siyasal konjonktürün rüzgarını arkasına alarak keyiflerine göre kılık kıyafet kıllığı yapanların piyangosundan Cuma Öğretmen’e iki disiplin cezası, bir maaş kesintisi ve bir de sürgün çıkmış. İlkokullara bile türbanı sokacak kadar memleketimizi demokrasiye doyurup özgürleştirenleri “şimdi türbanı da tastamam, iffeti tescilli, pek sevgili kızlarımızı ‘ibne’ler mi eğitecek” korkusu sarmış olmalı. Bir yandan özgürlüklerden dem vurup diğer tarafta öğrencileri tarafından fazlasıyla sevilen bir öğretmene çektirilen işkenceyi başka türlü nasıl açıklayabiliriz.

Not: Benim görüşüm her ne kadar bu yönde olmasa da, bu koşullarda yine bu zatların bakış açısından ilk büyük Türk ibnesinin kim olduğunu açıklamayı da bir borç bilirim. Kendisi aynı zamanda İslam aleminin manevi önderliği olan halifelik mevkiinin de Osmanlı’daki ilk sahibidir. Hadi adını da siz tahmin edin fotoğrafını bile verdik…

Pazartesi, Kasım 01, 2010

Kurt kocayınca bana havale ediyorlar 2

Buna da bunama mı dersiniz yoksa ilgisizlikten ve unutulmuşluktan çıldırmış bir dimağın çaresiz çırpınışları mı? Bazı insanlar kendilerine yazık etmeden kenara çekilmeyi becerebilmeliler ama yapamıyorlar. Demek ki şöhret böyle tatlı bir vaka, insan tadını aldığı zaman bırakamıyor.

Erol Büyükburç kendisinin bildiği 4 çocuğunun olduğunu ama bu sayının 20’den bile fazla olabileceğini söylemiş bir TV programında. Sebebi ise kendisinin zeka düzeyinin çok ileri olduğunu anlayan bazı ajanların spermlerinin peşine düşmesi ve almayı başarmış olmalarıymış. Bitti sanıyorsunuz ama bitmiyor, sabah şekeri sunucu bakıyor kaşıyacak damar bulmuş, veriyor ayarı; “uzaylılar olabilir mi Sayın Büyükburç?”

"Bir kadınla birlikte olduktan sonra uyandığında vücudunun altın renginde olduğunu gördüm ve bunun ne olduğunu anlayamadım. Ciltte bir parlaklık, değişiklik olmuştu ne olduğunu anlayamadım, daha sonra bir şey oldu sanki beynime çip koydular. Müzikte kimsenin anlayamayacağı bir noktaya geldim." Erol abi almış gazı, tutmuş yolu, sunucunun zokası ne ki, istenenden fazlasını veriyor. Ey popüler kültür senin yamuk yumuk bir zımbırtı olduğunu ben biliyorum da, helak ediyorsun insanları yahu! girişteki fotoğraf programdan, avucundakiler de kopya olsa gerek.

Aşağıdaki video geçmiş yıllardan, 4-5 yılı vardır sanırım rahat. müzik yarışması programlarının sayısının Erol Büyükburç'un olası çocuk sayısından fazla olduğu yılları hatırlarsınız. İbretlik paylaşımdır, youtube.com'un açılması şerefine.

http://www.youtube.com/watch?v=gTkCjRizuvk